ÖFKEMİZİN ÖYKÜSÜNÜ KEŞFEDEBİLMEK

Tarabya sahilinde ılık ve çiseli bir İstanbul sabahı, eşim Çiğdem ile birlikte iş kadınları derneğinin davetlisi olarak pazar kahvaltısındayız. Çiğdem konuşmasını bitirdiği esnada gözüm karşı masaya takılıyor. Masada altı yetişkin ve üç çocuk var. Bir baba yedi yaşlarındaki oğlunun tabağında bulunan peyniri çatal bıçakla kesip çocuğa yedirmeye çalışıyor. Çocuk o esnada büyük pencereden dışarıya martılara bakıyor şamandıranın üstünde kurumaya çalışan karabatakları inceliyor. Bu kez anne devreye giriyor kahvaltı yapmayan çocuğu azarlıyor. Karşılığında ise suratına bir zeytin yiyor. Baba tekrar ısrar ediyor. Çocuk bir şekilde ortamdan kurtulup pencerenin kenarına gidiyor. Anne ve babanın acelesi olmalı; birlikte çocuğun ağzını tutuyorlar. Küçük çocuk öfkeleniyor ve elindeki cep telefonunu hızla masaya fırlatıyor. Anne bağırıyor, ”Allah senin cezanı versin rezil ettin bizi herkese.” Hırsını alamayan kadın çocuğun cılız kolunu baş ve işaret parmaklarıyla sıkarak büküyor. Çocuk bir saniyelik sessizlik ardından acı içinde ağlamaya başlıyor. Başını kalorifer peteklerine yaslıyor ve saatlerce kimse çocukla ilgilenmiyor.

Varoluşu adeta kıskaca alınmış bir çocuğun isyanında içim hüzün ve keder doluyor. Bir insanın öfkesinin öyküsünün farkında olması ve ”ben kimim?” sorusuna cevap verebilmesi çok önemli diye düşünüyorum. Özellikle de anne babaların. 

Kendi öfkesinin öyküsünü keşfedemeyen kişi; zamanla kendini tanıyamıyor. Başka bir kişi olduğunun belki de farkında değil. Farkına varamama durumunda öfke; kederle, mutsuzlukla gelip insanın kendini sevmeme durumuna dahi yol açıyor. Yavaş yavaş kendinize doğru öfkelenmeye başlıyorsunuz. 

Ailede, okulda, üniversitede, şirkette, trafikte öfkenin o kadar içindeyiz ki. Ve farkında değiliz. Öfke ortamında ”güç” ve ”kim sindirecek” meselesi var. 

Bu konudaki düşünceleriniz, gözlemleriniz geleceğimiz için çok önemli. Paylaştığınız için şimdiden teşekkür eder, saygı ve sevgilerimi sunarım.

Emek verip okuduğunuz için teşekkür ediyorum.

Sevgi ve saygılarımla.

Uğur Uğural